Söz konusu Avrupa olduğunda görmek, dokunmak, koklamak ve hissetmek istediğim ülkelerden biriydi İsviçre. İlkbaharın en sevdiğim aylarından ve aynı zamanda yaz mevsiminin de habercisi konumunda olan mayıs ayı benim İsviçre ile yaşanacak olan ilk buluşma anımın zeminini oluşturacaktı.
Vaktim kısıtlıydı, halletmem gereken işlerimle birlikte İsviçre hakkında fikir sahibi olmam için 48 saatten daha az bir vaktim vardı. Bu sebeple konaklayacak olduğum şehir tercihim için öyle uzun uzadıya sürecek bir düşünme sürecim de olmayacaktı. Kararımı neredeyse anlık vermem gereken bir durum içindeydim.
Elbette tercihim beni yormayacak ama bir o kadar da İsviçre’yi hissedebileceğim bir şehir olmalıydı. Karar vermiştim, şehrin adı benim için belirlenmişti: “Basel.”
İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanındaydım, yaklaşık bir saat içinde icra edilecek Basel uçuşumu beklemeye koyulmuştum. Uçaktaki yerimi aldıktan sonra -özellikle de son yıllarda- sıkça yaptığım üzere seyahatim için yaptığım planlamayı gözden geçirmiş ve ardından da gözlerimi kapatarak kendimle baş başa kalmıştım.
Yaklaşık 3,5 saatlik bir uçuşun ardından cama doğru yöneldiğimde şehir görünmeye başlamıştı. Şehrin görünmesiyle birlikte zihnimde oluşturduğum Basel karakteri de yavaş yavaş kendisini ortaya çıkarıyordu.
Uçaktan iner inmez kendimi havalimanından çıkarmak üzere hızlı adımlarla yol almaya başlamıştım. Fakat bir sorunum vardı. Bu sorun benim Basel seyahatimde karşılaşacak olduğum ilk ve tek sorun olacaktı. Uçağımın piste inişiyle birlikte akıllı telefonumu elime almış ve uçuş modunu kapatmıştım. Telefon hattım aktif olmasına rağmen cihazımda mobil veri kullanımı için gerekli olan bağlantı kurulamamıştı.
Basel-Mulhouse Euro Havalimanından ayrılmak üzereydim ve problemim hâlâ devam etmekteydi. Müşterisi olduğum Vodafone Türkiye ile iletişim kurarak problemin çözümü noktasında bir yardım talebim olmuştu. Maalesef bu yardım talebime karşın tarafıma bir çözümle geri dönüt sağlamaları 2-3 saatlik bir süre almıştı.
Havalimanının hemen çıkışında yer alan toplu taşıma araçlarını kullanarak Bahnhof Tren Garı’na doğru yola koyuldum. Şehir merkezine doğru hareket halindeyken etrafı izliyor ve Basel’in coğrafi ve sosyokültürel yapısı hakkında bana fikir verecek anekdotlar toplamaya çalışıyordum.
Yaklaşık 15-20 dakikalık bir otobüs yolculuğu sonrasında Bahnhof Tren Garı’na ulaşmıştım. Bahnhof Tren Garı konum itibariyle şehrin merkezinde yer alıyor. Buradan Basel’in farklı noktalarına farklı toplu taşıma araçlarını kullanarak ulaşım sağlayabiliyorsunuz. Şehir merkezine ulaştıktan sonra konaklayacağım daireye doğru yürümeye başlamıştım. Daire demişken, evet bir otel odası yerine bir apartman dairesinde konaklamayı kendimce daha uygun bulmuştum.
Nedendir bilinmez, söz konusu oteller olduğunda bu tarz konaklama mekânlarının bana pek de sıcak gelmediğini söyleyebilirim. Bu sebeple özellikle de iç mekân anlamında bende çok daha sıcak bir hissiyat oluşturan bir apartman dairesini tercih etmekte hiç tereddüt etmedim.
Adımlarım beni konaklayacağım apartman dairesine doğru götüredursun geçtiğim her bir cadde ve sokak üzerinde yer alan mekânları tanımaya, anlamaya çalışıyordum. Kısa süreli bir yürüyüşün ardından artık apartmanın önündeydim. Yapı çok eski olmasa da belli bir yaşın üzerinde duruyor, İsviçre mimarisini örnekleyen mekânlardan biri olarak öne çıkıveriyordu.
Bu durumdan oldukça hoşnuttum tabi ki. Benim için önemli olan tek şey konaklayacağım mekânın şehri betimlemem gerektiren durumlar için yardımcı bir argüman olarak bende bırakacak olduğu düşünce ve duygulardı.
Dairedeydim, mekân şehirle bütünleşik bir görünüm sunan keyifli ve bir o kadar da ferah bir yapıya sahipti. Eşyalarımı yerleştirdikten hemen sonra bir müddet dinlenmeye çekildim. Dinlenme faslının ardından yanıma alacak olduğum eşyalarımla birlikte kendimi Basel sokaklarına bıraktım…
Şehrin meydan, cadde ve sokaklarını, görülmeye değer mekânlarını birer birer ardımda bırakıyordum. Ne var ki halletmem gereken işlerim için de bir vakit ayırmam gerekliydi. Söz konusu işlerimi tamamlamanın hemen ardından artık özgür bir birey olarak o cadde ve sokaklara geri dönebilirdim. Giysilerimi değiştirmek üzere daireme kısa süreliğine bir dönüş yapmanın hemen ardından tekrar Basel sokaklarıyla baş başa kalmıştım. Şehri hatırlatacak olması bakımından eşim ve kızıma da birer hediye almak üzere etrafa da bakınmıyor değildim.
Yol üzerinde gördüğüm bir mağaza bende anlık olarak bir çağrışım yapmış ve ben de bu çağrışım sonucu mağazaya girmiştim. İngilizce olarak “merhaba” deyişimin ardından mağaza yetkilisi olan beyefendi merhabama Türkçe bir karşılıkla mukabelede bulunmuştu. Şaşkındım, mağazada Türkçe bilen bir yetkiliyle karşılaşacağım aklımın ucundan geçmezdi. Ne ki, aklıma gelmeyecek olan başıma gelmişti. İşin aslıysa başkaydı fakat yazının akışını değiştirmemek için bu detayı kendime saklayarak devam etmek çok daha doğru olacak.
Ömer (Kahraman) Bey bana kendi elleriyle hazırladığı -harika bir- kahve ikram etmiş, kahve boyunca da Basel üzerine sohbet etmiştik. Zihnimde oluşturduğum planlamadan kendisine bahsederek kaldığım yerden devam etmek üzere yine kendilerinin de rehberliğinden istifade ederek yeniden yola koyulmuştum.
Basel yürüdükçe beni içine çekiyor gibiydi…
Ve ben de mümkün olduğunca şehri yaşamaya, hissetmeye çalışıyordum…
Ara ara bazı mekânlarda kısa molalar vererek yürüyüşüme devam ediyordum. Bir müddet sonra ayaklarım beni Ren Nehrinin kıyılarına kadar ulaştırmıştı.
Akşam yaklaşıyor, hava bir nebze de olsa hafiften soğuma eğilimi gösteriyordu. Buna karşın kendimi Ren kıyılarından geri alamıyordum. Gözüme kestirdiğim bir kafeye yöneldim ve havanın soğumaya başlıyor oluşuna aldırış etmeksizin uzun bir müddet oturduğum yerden nehri izlemeye koyuldum.
Gördüklerimi, hissettiklerimi değerlendiriyor, heybemde Basel olarak betimleyip yer verdiğim argümanları tek tek hediye kutusuna dönüştürüyormuşçasına istifliyordum.
Artık günün yorgunluğu da üzerime düşmeye başlamıştı, hava kararmaya yüz tutunca bir yemek arası vermek için şehrin pek de kalabalık sayılmayacak sokaklarına yeniden dönüyordum. Akşamın o insanı rahatsız etmeyecek derecedeki olağanlığı beni cezbetmişti. Bir şeyler atıştırmanın ardından kısa da olsa kendi renklerine bürünmüş Steinenvorstadt caddesi üzerindeki mekânları seyirle birlikte geceyi geçireceğim daireme doğru ilerlemeye başlamıştım.
Benim için artık bir İsviçre kent klasiği görünümündeki apartman dairesinde inziva vaktiydi. Hafif bir müzik eşliğinde biraz da yükseklerden Basel’i seyretmek ve bu seyirle birlikte düşüncelere dalmak benim için pek bir keyifliydi.
Bir günün özeti benim için böyleydi, ertesi günün getireceği sürprizler beni beklerken…
Umarım bir başka gün bir başka zamanda Basel ile yeniden buluşur çok daha başka şeyleri konuşuyor oluruz, vesselâm.