Galata'ya doğru atılan bu bakış meşhur bir bakıştır. Kim bilir kimler kaç defa attı bu bakışı Galata’ya doğru. Kimisi attığı bakışlarla resmettiği Galata'yı fotoğraf kâğıtlarına kazıdı, kimisi de benim gibi sadece ve sadece zihnine kazıdı, hem de hiç silinmeyecekmişçesine.

Nasıl silinebilirdi ki zaten!?

Büyük Hendek Caddesinden Galata’ya doğru kaç kere bakış attım bilmiyorum ama sonrasında nerelerde soluklandığımı az çok hatırlayabiliyorum. Onlar da zihnimin farklı koridorlarında yer tutuyor, ân geldiğinde yeniden yaşanmak üzere.

“Siyah Beyaz İstanbul” isimli kitabın sayfalarını çevirirken gördüm bu fotoğrafı. Yanına da “1960’larda Galata Kulesi” diye de bir not düşülmüş. Tabii, ben yaş itibari ile 60’ları bilmiyorum, biraz 80’leri ve daha net bir biçimde de 90’ları hatırlıyorum.

Şimdiki Galata ise geçmişten biraz daha farklı. Tıpkı 60’lı yıllardaki halinin 80’lerde ve 80’lerdeki halinin de 90’larda olmadığı gibi. Fotoğrafı görünce bakakaldım biraz, hayâl zeminimde geçmişe dair çokça şeyler belirdi. Belki de beni cezbeden şey bana hatırlattığı "geçmişimin İstanbul'u" olmasıydı. O dönemlerde kış aylarında tıpkı fotoğraftaki gibi bir görünüm kaplardı çoğunlukla İstanbul'u, yağmuru bol ve hafiften bir rüzgâr ile. Üşütürdü inceden belki ama titretmezdi de. Şimdilerde kışın yağmur eskisi gibi yağmıyor İstanbul’a, hava ara ara yine de griliğe çalsa da.

Arnavut kaldırımlı taş sokaklar vardı o zamanlarda. Şimdilerde o da pek kalmadı.

Bayram sabahlarının gecesini hatırlıyorum birden, hiç giyilmemiş yepyeni ayakkabılarımı yatağın altında hazinem gibi saklardım. Fakat hava yağmurlu ise içten içe öfkelenirdim gökyüzüne, yağacak yağmurla birlikte yürüdüğümde ayakkabılarım kirlenecek diye. Kaldı ki kirin ve kirlenmenin anlamını bilmeye, bilmeye.

Kuledibi, Galata, Tünel, Asmalı Mescit derken karışır giderdik İstiklâl Caddesine. Sevinçlerim de hüzünlerim de az gömülmedi o mahallerin sokak ve caddelerine ki, o da bildiğiniz bir uzun hikâye.

Evden dışarıya attım mı kendimi bakkalı, manavı tanıdıktı bize. Cumbalı evlerin pencerelerinden bakan yüzler seslenirdi bana doğru. Kimi gülen kimi oflayan yüzler ama fark etmezdi benim için, neticede tüm yüzler kalptendi. Böyleydi günler önceleri. Sevinç, hüzün, gâm, keder hepsi bir arada. 

Öyle veya böyle, seneler öncesinde yoktu şimdinin mekân ve kişileri. Sahne aynı belki ama dekorlar da oyuncular da değişiyor işte. Ne yaparsın, hayat böyle... Ama ne yalan söyleyeyim, hani o yaz aylarının sıcaklığı olur ya? İşte o sıcaklığın arasından hafif hafif esen serin rüzgârları hiç değişmedi Galata’nın.

Dedim ya şimdilerde Galata bir başka;

Etrafında bir evvelki sahneden tanıdık pek bir dekor da yok oyuncu da. Artık hepsi yeni...

Sanat galerileri, atölyeler, kafe-restoranlar, çeşit çeşit mağazalar vesaire.

Şimdilerin İstanbul’undan alışık olduğumuz o karışık, karmaşık insan silüetinden de aldığı pâye ile başka, bambaşka yüzler ve ruhları, bedenleriyle...

Ama hâlâ inadına dimdik ayakta, İstanbul’un nadir bir parçası olan;

Galata.

[!] Her hakkı saklıdır, kaynak göstermek koşulu ile alıntı yapılabilir.

Fotoğraf: Anadolu Ajansı Arşivi.