Uzun zamandır yazmak istesem de bir türlü bunu başaramamış/yeniden bir başlangıç yapamamıştım. Buna sebep ise bazen yaşadığım zaman darlığı, bazen de elde olmayan durumlardı. Açıkça ifade etmek gerekirse, bu elde olmayan durumlar yaklaşık iki yıla yakın bir süredir yaşadığım sağlık sorunlarıydı ve ben biraz da olsa iyilik hâline kavuşmadan yazmak istememiştim, umudum o ki bu yazı yeni bir başlangıcın vesîlesi olur.

Hayata gözlerimizi açtığımız andan ölüm anına kadar geçen süreç içerisinde belirli birtakım olaylar yaşıyor ve bunları tecrübe ediyor, deneyimliyoruz. Yaşadığımız her olayda yine seçme hakkı elimizde olmadan birbirinden farklı insanlarla tanışıyor, tanıştığımız her bir birey ile bir iletişim/etkileşim içerisinde buluyoruz kendimizi. Bu anlamda, “iyi dostlar kendilerini kötü günlerde belli eder” sözünün taşıdığı anlamları geç sayılabilecek bir yaşta anlamış olduğumun farkına vardım. Yaşadığım hayâl kırıklıklarının belki de sebebi tamamen benimle alakalı, insanlardan çok daha fazlasını verebilecekleri gibi bir yanılgıya kapılıyorum. Fakat bu hayâl kırıklıklarına rağmen şunun da farkına varmış oluyorum; iyi dostlarımın kıymetini çok daha fazla bilmem gerekiyor… Evet, sanırım durum bundan ibaret.

Biraz da olsa iyilik hâlini yakaladığımda hayatıma değer katan insanları başkalarının da tanıması için bir şeyler yapma kararı almıştım. Peki, ne yapabilirdim? Yapabildiğim en iyi şey öyle sanıyorum ki duygu ve düşüncelerimi yazıya dökebilmekti… Bu yazım bu bağlamdaki ilk metnim olacak ve ben bu ilk metni yaşadığım hastalık sürecinde beni bir an olsun yalnız bırakmayan Atlas Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden psikiyatrist Dr. Filiz Karalar’a ayırmak istiyorum. Umarım yapabilecek olduğum betimlemelerle bu yazı amacına ulaşmış olur.

Covid-19 salgınının henüz Türkiye’ye giriş yapmadığı zamanlardı. Çocukluğumdan itibaren bu yaşıma kadar yaşadığım/karşılaştığım bir dizi travmatik olayların sonucunda teşhisi panik bozukluk konulmuş bir hastaydım. Yaklaşık bir yıldan fazla süren bir tedavi görmüş buna karşın hastalığı tam olarak atlatamamış ve bu durum yetmiyormuş gibi üzerine bir de benzodiazepin bağımlısı olmuş bir birey hâline gelmiştim. Tabi ben bu durumun farkına sonradan varıyor olacaktım. Her şeyde olduğu gibi bu durum için de “zararın neresinden dönersen kârdır” inancıyla tedavimi düzenleyen doktor ile yollarımı ayırma kararı almış ve beni tam anlamıyla iyileştirecek ve benzodiazepinlerden kurtaracak yeni bir doktor arayışına girişmiştim. Ne var ki, bu girişimlerimin sonucunun pek de iyi sonuçlandığı söylenemezdi. Arayışlarım süredursun, hastalığım panik bozukluk olmaktan çıkmış üzerine bir de anksiyete sorunu eklenmiştir. 

Söz konusu ruh sağlığı ve hastalıkları olduğunda –yurt dışındaki uygulama ve pratikler hakkında bilgi sahibi değilim- alanında uzman ve güvenilir bir doktor bulmanız gerçekten çok zor. Bu zorlukların başında kamuya bağlı hastanelerden alabileceğiniz yardımların maalesef yetersiz kaldığını ifade etmek gerekiyor. Ayrıca, yine bu hastanelerin klinik şartlarını da göz önüne alacak olursak zihinlerde oluşan onlarca sorunun ve çözüm bekleyen birçok problemin olduğundan da bahsetmekte fayda var. Bu soru işaretleri ve problemler ne zaman çözüme kavuşur bilemiyorum ama bu bağlamda, özellikle de kamu hastanelerinin ruh sağlığı ve hastalıkları için verdikleri hizmetlerin ciddi anlamda revize edilmesinin gerektiğine inanıyorum. Bu düşüncelerime de yer verdikten sonra hikâyeme kaldığım yerden devam ediyorum;

Arayışlarım artık beni yorgun düşürmeye ve bu yorgunluğum sadece benimle kalmayıp aynı zamanda birlikte yaşadığım ailem için de bir problem olmaya başlamıştı. Bilvesile kızımın yaşadığı bir ortopedik rahatsızlıktan ötürü yolumuz yine her zamanki gibi Atlas Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden çok sevgili değerli büyüğüm Öğr. Üyesi Dr. Yusuf Pirinçci’nin görev yaptığı Medicine Hospital'a düşmüştü. Sağlık kontrollerinin yapılıp gerekli tedavinin düzenlenmesinin ardından Dr. Yusuf Pirinçci’ye yaşadığım durumu aktarmaya karar vermiştim. Kendisine yaşadığım süreçten bahsettikten sonra “-Hastanemizin psikiyatristi Filiz Hocamız alanında çok iyi bir doktordur, yaşadığın problemleri Filiz Hoca’nın çözüme kavuşturacağına inanıyorum” diyerek beni Dr. Filiz Karalar’a yönlendirmişti. Bu benim için yeni bir umuttu, o an yaşadığım tüm yorgunlukları ve bu yorgunlukların üzerimde oluşturduğu stres yükünü bir kenara bırakarak Dr. Filiz Karalar’ın çalışma ofisine doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başlamıştım. Bu ilerleyiş beni Filiz Hoca ile tanıştıracak ve kendisiyle zaman içerisinde gelişecek diyaloğumuzun başlangıcını oluşturacaktı. Beni tebessüm eden simaları ve içerisinde nezaket barındıran tutum ve davranışlarıyla karşılamışlardı. Yaşadığım sorunlar ve geçirdiğim süreçlerden bahsederek kendilerinin bana yardımcı olmalarını rica etmiştim. Aramızda geçen kısa diyalog benim için oldukça kıymetliydi. Bekleyen hastaları olmasına karşın beni sabırla dinlemiş ve nasıl yardımcı olabileceğine dair düşüncelerini paylaşmıştı. Bunun üzerine uygun bir gün ve saat için randevu alarak oradan ayrılmıştım.

Zaman gelmiş ve ilk randevum için Filiz Hoca’nın yanında bulmuştum kendimi. Tedavimi baştan ele alarak hem yaşadığım sorunların çözümü hem de benzodiazepin bağımlılığım için bir program hazırlamıştı. Sadece bununla kalmayıp bana fayda sağlayacak ve motivasyonumu yüksek tutmamı olanaklandıracak telkinlerde bulunmuştu. Artık Filiz Hoca’nın benim için düzenlediği tedavi programına harfiyen uymam gereken bir süreç başlamıştı. Günler ilerledikçe benzodiazepin azaltma programı zorluklar yaşamama sebep oluyordu. Buna karşın Filiz Hoca ile gerçekleştirdiğimiz görüşmelerimizde biraz zorlanacak olsam da programa tam anlamıyla uymam gerektiğini söylüyordu. Bense her ne kadar zorlanıyor olsam da programa uymuştum ama bu süreç içerisinde yaşadığım obsesyonlarda artış yaşamaya başlamıştım. Filiz Hoca, yaşadığım süreçte bu tür durumların yaşanmasının normal karşılandığını ve benim biraz daha sabırlı olmam gerektiğini söylüyordu. Söz konusu “sabır” olunca bu benim için oldukça zorlayıcı bir girişimdi. Nitekim geçmiş deneyimlerim hem de geride bıraktığım zaman içerisinde tam bir iyilik hâline kavuşamamış olmam beni iyiden iyiye geriyordu.

Günler böylelikle geçe dursun ben yaşadığım anksiyete ataklarından oldukça yorgun düşmeye başlamıştım. Artık tedavimi ayaktan sürdürmek yerine yatış yaparak sürdürme düşüncesi bende ağır basmaya başlamıştı, fakat buna karşın Filiz Hoca benim bu düşünceme pek sıcak bakmayıp sabırlı olmam noktasındaki tavrını tavizsiz bir biçimde sürdürüyordu ama benim dayanacak gücüm kalmamış gibiydi. Durum böyle olunca Filiz Hoca görev yaptığı hastanede psikiyatri kliniğinin henüz açılmamış olmasından ötürü beni Özel Balıklı Rum Vakfı Hastanesine yönlendirmişti. Eşyalarımı hazırlayıp Özel Balıklı Rum Vakfı Hastanesinin yolunu tutmuştum. Hastanenin psikiyatri polikliniğine vardığımda karşılaşacağım doktor klinik şefi Doç. Dr. Hasan Mırsal* olacaktı.  Ben yaşadığım tüm süreci yeniden bu defa da Hasan Hoca’ya aktarmış oluyordum. Bu benim için gerçekten de zor bir durumdu. Çünkü tedavi sürecimde aldığım psikoterapi** desteği de bende karşılık bulmuyor ve bu bağlamda geçmişte yaşadığım travmaları yeniden anlatmak bana oldukça zor geliyordu. Hasan Hoca benim yatış yaparak tedavimi sürdürme isteğimi olumlu karşılamış ve servise kabul etmişti. Artık tedavime burada devam ediyordum. Burada da tıpkı Filiz Hoca’nın bana uyguladığı benzodiazepin azaltma programı aynen uygulanmıştı. Yatışım sonrasında ara ara Filiz Hoca’ya durumumla ilgili geri dönütler sağlıyordum. Burada on dört gün geçirdikten sonra tedavim nihayete ermiş ve taburcu olmuştum. Taburculuk sonrasında obsesyonlarım yeniden alevlenme göstermişti ve bu durum bende artık daha da zorlayıcı bir hâle bürünmüştü. Durumu hemen tekrardan Filiz Hoca ile temas kurarak kendilerine aktarmıştım. Bir dizi görüşmelerin ardından ben, kendilerine yeniden yatış yaparak tedavimi bu şekilde sürdürmeye devam etme isteğimi belirtmiştim ama bir önceki aldığım yatış kararındaki gibi kendileri yine bu kararıma sıcak bakmamıştı ve sonunda beni bu kararımdan vazgeçirmeyi başarmışlardı.

Artık yeni bir sürece girdiğimin farkındaydım. Yaşadığım hastalığın ne olduğu ve ne tür durumlarla karşılaşacağım hakkında biraz da olsa fikir sahibiydim ve telkin noktasında bana söylenen “sabır” kelimesine daha sıcak bakıyor olacaktım. Filiz Hoca tedavimle ilgili bir dizi değişikliğe gitmiş ve kritik kararlar alarak yol haritamızı yeniden değerlendirmişti. Bundan sonrası ise benim için biraz daha sebatkâr olmamı gerektiren bir zaman dilimi olacaktı. Geldiğimiz noktada fark ettiğim önemli bir unsur söz konusuydu, bu unsur “telkin” bağlamında Filiz Hoca’nın bana söyleyecekleri ve anlatacaklarıydı. O ana kadar terapiye kapalı olan bir karakter sergilememe karşın bir nebze de olsa telkinlere açık hâle geldiğimi fark etmeye başlamıştım. Bunun altında yatan gerçeğin ne olduğunu anlamaya çalışırken, aslında Filiz Hoca’nın yaşadığım olayların üzerimde bıraktığı etkileri sanki bir kaya parçasına yavaş yavaş vuruşlar yaparak o kaya parçasını küçük taş parçalarına dönüştürdüğünü görmeye başlamıştım. Bu büyük parçayı küçük parçalar hâline dönüştürme işinde gördüğüm şey Filiz Hoca’nın benimle birlikte düşünme ve duygulanım gösterdiği gerçeğiydi. Söylemek istediğim şey aslında Filiz Hoca’nın benimle birlikte kurduğu duygudaşlık ilişkisiydi.

Özel Balıklı Rum Vakfı Hastanesinden taburcu olurken Hasan Hoca bana şöyle bir şey söylemişti;”-Biz burada senin için alman gereken tedaviyi sağladık, bundan sonrası artık biraz da senin ortaya koyacağın emekle alakalı olacak.” Her ne kadar bu durumun farkında olsam da ben bunu hiçbir şekilde başaramıyordum ama zaman içerisinde bunu nasıl başarabileceğimi Filiz Hoca bana öğretmeye başlamıştı. Bunu yaparken de farklı uygulama ve metotlara başvurmadan en sade dil ile o “izah” edici tavırlarıyla başarıyordu bunu. -Bu yazıda ara ara bahsettiğim “telkin” olgusuyla ilişkili önemli fenomenlerin yer aldığı W.H.R Rivers’ın Tıp, Büyü ve Din isimli eserini okuyucular için önerebilirim.- Hâlâ da telkine açık olma noktasında sıkıntılarım olsa da küçük vuruşlar yaparak Filiz Hoca’nın benim sert kabuğumu kırmayı başardığına inanıyorum. Zaman içerisinde artık yavaş yavaş nefes alabildiğimi hissediyordum. Bunun için her vakitte bir an olsun yardımlarını esirgememesi için dua ettiğim Allah’a hamd ve senâ borçluyum… 

Dr. Filiz Karalar; ruh sağlığı ve hastalıkları alanında gerçekten de “uzman” bir doktor. Hastalarını nasıl ve ne şekilde karşılayacağını/kabul edeceğini gayet iyi biliyor. Hastalarının kendilerini manipüle etmesine izin vermiyor. Onlara karşı sergilediği otoriter duruşu tam bir güven sağlıyor. Hastalarıyla kurduğu ilişkilerinde genel anlamda bir psikiyatrist olarak hareket ediyor olsa da yerine göre bir klinik psikologmuşçasına onlara yaklaşmayı ve onların sorun ve problemlerine ortak olmayı çok iyi biliyor. Hastalarıyla duygudaşlık kurarken bunu bir kurgu gibi değil “kalpten” gelen bir duyguyla yaptığını açık bir biçimde hissettiriyor, böylelikle hastalarının rahatlamasını ve onların tedavi süreçlerine sağlayacakları katkıları maksimize ediyor. Bu bağlamda daha birçok şey söylenebilir/ifade edilebilir. Bana göre en önemlisi kendilerinin bir “insan” olmaları ve hastalarına da onların birer “insan” olduklarını hatırlatmalarıdır. “Hikmet” sahibi oluşlarının ayrıntılarını ise şimdilik farklı bireylerin idraklerine bırakıyorum.

Ben, yıllanmış bazı dostluklarımı ardımda bıraktım/bırakmak durumunda kaldım. Dört ay gibi kısa bir sürede oluşan dostluklarıma tutundum, bâki kalmaları dileklerimle.

* Tedavi sürecimde bana her konuda yardımcı olan Özel Balıklı Rum Vakfı Hastanesi Psikiyatri Klinik Şefi Sayın Doç. Dr. Hasan Mırsal’a özel bir teşekkürü ifade etmek istiyorum.
** Tedavi sürecimde kendilerinden bir süre psikoterapi desteği aldığım Uzman Klinik Psikolog Sayın Gülşah Beştav’a çok teşekkür ediyorum, benimle birlikte düşündüğü için.