-İstisnalarım olsa da- kendimi bildim bileli nezaketli, karşısındaki insana tebessümle yaklaşan bir birey olduğumu düşünmüşümdür hep. Böyle bir düşünceye sahip oluşumun ardında aldığım bazı olumlu geri dönütlerin olduğunu söyleyebilirim. Bu özelliğimi neden mevzubahis ettiğim sorulacaktır elbet. Bunun tek bir cevabı var; “-kendimi eleştirmek!”
Hayâl zeminimde yaklaşık dört yıl öncesine ait bir ânı yeniden canlandırıyorum, “Meryem Hocam”ı ilk gördüğüm ân… Üçüncü defa bilim sınavına girmek için Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesindeydim. Sınavdan çıktıktan sonra bazı evraklarımı teslim etmek için Prof. Dr. Müge Ersoy Kart Hocamın odasına doğru hareketlenmiştim. Müsaadelerini isteyerek odalarına girdiğimde kendilerini sonradan tanıyacak olduğum Doç. Dr. Meryem Bulut Hocamın da odada olduğunu gördüm. Müge Hocam beni Meryem Hoca ile tanıştırırken o ân nasıl oldu bilemiyorum ama sanki donup kalmış gibiydim. Hiçbir şey söylemeden odadan ayrılmıştım. Fakülteden çıkarken kendi kendime “-Bir merhaba demeyi bile beceremedin” diyerek kendimi eleştirmiştim. Durum gerçekten de böyleydi, neden/niçin donup kaldım bilemiyorum ama Meryem Hocam ile tanışmam esnasında bir “Merhaba” demeyi becerememiştim. Çoğu zaman kendi kendime düşünürüm, söz konusu insan ilişkileri olduğunda bazı önemli unsurların ayrıntılarda saklı olduğunu söyleyebilirim.
Lisansüstü eğitimim başlamış ve birinci yarıyılı ardımda bırakmıştım. İkinci yarıyıl için ders seçimleri yapacağım zamanlardı. Alacağım dersleri seçerken birden “Kültürel Farklılık” isimli derse odaklanmıştım, çünkü dersi verecek olan Hocamız Meryem Hoca olacaktı. Kontenjan dolmadan hemen dersi listeme eklemiştim. Alacak olduğum bu ders benim hem Meryem Hocamı yakından tanımamı sağlayacak hem de kendileri ile kuracak olduğum bağımın ilk basamağını oluşturacaktı. Dersler başlamıştı. “Kültürel Farklılıklar” ile Meryem Hocamızın eşliğinde kültür kavramının derinliklerinde/gerçekliklerinde bulacaktık kendimizi. İlk ders oldukça keyifliydi. Dersin sonunda Meryem Hocam ile bir görüşme yapmıştım. Bu görüşmede ilk olarak Müge Hocamın beni kendileriyle tanıştırırken bir “Merhaba” diyemeyişin izahatını yapmaya çalışırken Hocam beni olgunluklarıyla karşılamış ve ardından da beni dersi alan diğer öğrenci arkadaşlarımızla koordinasyonu sağlamak amacıyla görevlendirmişti. Öyle sanıyorum ki birkaç hafta sonrasıydı, derslerimizde artık ağırlıklı olarak sosyal antropolojinin ilgi odaklarından olan etnisite ve kimlik kavramlarını çokça tartışacaktık. Meryem Hoca dersin amacına ulaşmasında yardımcı olması amacıyla bizlere bazı film önerilerinde bulunmuştu. Bu filmlerden biri “Dersu Uzala” * isimli sinema filmiydi.
Film etnisite ve kimlik kavramlarını tartışmak açısından önemli bir yapıttı. Filmi izlerken bazı notlar almış, daha sonra bu notları yazılı bir metin hâline getirmenin ardından düşüncelerini almak için Meryem Hocama iletmiştim. Hiç beklemediği bir geri dönütle karşı karşıyaydım, Meryem Hocam benden metni genişletmemi ve bir makale hâline getirmemi istemişti. Bu durum benim için bir onur kaynağı olmuştu fakat o güne kadar yazmış olduğum bir akademik makalem de olmamıştı. Heyecanlıydım, bir yandan da endişe duyuyordum. İşin sonunda ortaya düzgün bir metin çıkaramamak vardı. Nereden nasıl başlayacağımı bilmiyordum. Bu durumu Meryem Hocamla paylaşıp nasıl bir yol izlemem gerektiği konusunda yardımlarına başvurmuştum. Kendileri de bana bu konuda yardımcı olup bazı anekdotlar aktarmıştı. Bu anekdotlar doğrultusunda bir başlangıç yaparak ders dışı vakitlerimin tamamını ayırıp yaklaşık bir aya yakın bir süre içerisinde metni tamamlamış ve Meryem Hocama teslim etmiştim. Meryem Hocamın geri dönütleri tam da şöyleydi; “-Makaleyi gönderecek olduğumuz derginin hakemleri bazı düzeltmeler istediler, bu düzeltmeleri yapıp metni bana yeniden göndermeni istiyorum.” Evet, bugüne kadar bir akademik makale yazmak şöyle dursun yazacak olduğum bir metnin hakemli bir dergide yer alacağı aklımın ucundan geçmezdi. Nihayetinde makale Turnalar Dergisi’nde yayımlanarak okuyucularla buluşmuş oldu. Bu benim için bir gurur vesilesiydi ve bu gururu yaşamamı olanaklandıran da Meryem Hocamdan başkası değildi.
Öyle sanıyorum ki final sınavlarının ilk günüydü, siyasal bilgiler fakültesindeydik yeniden. O gün son final sınavımız “Kültürel Farklılıklar” dersine aitti. Sınavı tamamlamış fakültenin bahçesinde arkadaşlarımızla oturuyor, aramızda olan Meryem Hocamız ile birlikte sohbet ediyorduk. Bir süre sonra sohbetten uzaklaştığımı hissettim, odak noktamda Meryem Hocam vardı. Konuşurlarken kendilerini izlediğimi, tutum ve davranışlarına odaklandığımı fark ettim. Pek çok zaman üzerine düşünmekte olduğum “insan” kavramına dair düşüncelere dalmış ve Meryem Hocama yoğunlaşmıştım. O an ne düşündüğümü, neler hissettiğimi dil ile betimlemek pek mümkün değil, sanki Meryem Hocamda kaybolmuş gibiydim. Söyleyebileceğim tek şey, sanırım kadını da erkeği de tek bir insanda müşahede ediyor oluşumdu. Meryem Hoca gerçekten de cinsiyetler üstü bir “insan”dı ve gerçek denilen şey tam olarak buydu. Bazen bazı kavramlara dair yapılan betimlemeler betimlemenin yapıldığı olgu için birtakım anlamları içerisinde barındırıyor olsa da anlamak için yeterli olmayabiliyor. Bu bağlamda kesin bir yargıya varmak üzere “yaşamak”, “hissetmek” ve belki de karşınızdaki bireyle “duygudaşlık” kurmanız gerekiyor.
İkinci yarıyılımı hem başarılı olarak geride bırakmanın hem de ilk akademik yayınımı vermenin mutluluğunu yaşıyordum. Üçüncü yarıyılımız aynı zamanda bitirme projemizi hazırlayacağımız bir yarıyıldı. Ben hazırlayacak olduğum projeme bir an önce başlamak istiyordum. Bunun sebebi çalışan bir birey olmamdan ötürü yaşayabileceğim vakit problemleriyle karşı karşıya kalmak istemeyişimdi. Yaz mevsimini çalışarak geçirirsem vakit kazanacağımı ve aynı zamanda hazırlayacak olduğum projemi daha detaylı bir biçimde sunabileceğimi düşünüyordum. Fakat benim için muallak olan bir durum söz konusuydu. Bu proje için hangi Hocam ile çalışacağıma karar verip kendileriyle görüşmem gerekiyordu. Çalışmak istediğim iki Hocam vardı, Müge ve Meryem Hocalarım. Her ikisiyle de çalışmak istediğim için karar verme noktasında problem yaşıyordum. Bu problemi çözmek için iki Hocamla da görüşme kararı alıp onların bana yön vermelerinin daha uygun olacağına karar verdim. Meryem Hocam hangi kararı alırsam alayım sonuç olarak bitirme projesine bir an önce başlamam gerektiğini ve kendisiyle çalışmak istersem beni kabul edeceklerini söylemişlerdi. Müge Hocam ile yaptığım görüşmede ise kendileri daha önce yapmış olduğumuz bir çalışmanın olması ve benim Meryem Hocama zaman içinde gelişen bir aşinalığım olmasından ötürü kendileriyle çalışırsam ortaya çok daha verimli bir projenin çıkabileceği yönünde görüş bildirmişlerdi. Sonrasında Meryem Hocama tekrar bir geri dönüş yaparak hem Müge Hocamın düşüncelerini hem de kendi düşüncelerimi paylaştıktan sonra Meryem Hocam benim danışmanlığını almayı kabul etmiş oldular.
Bunun üzerine Meryem Hocam ile randevulaşarak kendileriyle görüşmek üzere tekrar Ankara’ya doğru yola çıktım. İlk olarak, Hocam aklımda çalışmak istediğim bir konu olup olmadığını sormuştu. Ben bu soruyu –çalışmak istediğim konular olsa da zaman problemi yaşayabileceğimden ötürü- olumsuz olarak cevaplamıştım. Bunun üzerine Hocam bana “-Seni sahaya göndereceğim.” diyerek bir mukabelede bulunmuştu. Heyecanlanmıştım. Sahaya çıkmanın bana oldukça önemli bir tecrübe kazandıracağını düşünüyordum. Hocam ardından ekleyivermişlerdi; “-Görme engelli bireylerle bir çalışma yapmanı istiyorum, Ankara ayağını bir öğrencim şu an çalışıyor, İstanbul ayağında da senin yer almanı istiyorum.” Çalışmanın ana temasını görme engelli bireylerin ulaşım deneyimler ve bu deneyimlerinde karşılaştıkları durumlar ile kent kavramına ilişkin betimlemeler** oluşturacaktı. Nasıl ve ne şekilde yol alabileceğime dair bir taslağı Hocam çıkarmıştı, üzerine birlikte tartışarak son şeklini vermiştik. Görüşme sonrası ben tekrar İstanbul’a dönmüştüm. O yıl bir dizi hazırlıklarımın ardından tatilimi geçireceğim Giresun’a hareket etmiştim. Tatil süresince bazı okumalar yaparak ihtiyacım olacak konu ve kavramlara yoğunlaşmıştım. Tatilim biter bitmez İstanbul’a dönüş yapıp görüşecek olduğum görme engelli arkadaşlarımızı tespit edip onlara ulaşmaya çalışmıştım. Temel anlamda hangi kavramlarla yol alacağım ve kimlerle görüşme yapacağım tamam gibiydi, artık sahaya çıkabilirdim. Takvimler Temmuz ayını gösteriyordu, görme engelli arkadaşlarımızla birlikte onların yolculuk deneyimlerini beraberce tecrübe edip hayâl zeminlerinde kente ilişkin oluşturdukları betimlemeleri kayıt altına alıyor, her bir görüşmenin ardından aldığım ses kayıtlarını deşifre ederek Hocamla paylaşıyordum. Bu süreç yaklaşık iki üç ay gibi bir zaman almıştı. Tüm ulaşım deneyimleri ve görüşmelerin ardından araştırmanın bizler için ortaya koyduğu bulguları tartışmaya başlamıştık. Benim için artık yol haritam belliydi ve bundan sonrası için ne/neler yapmam gerektiğini çok iyi biliyordum.
Sahaya indiğinizde her zaman her şey planlandığı gibi gitmeyebiliyor. Bu durumu ben de yaşamıştım. Bazı görüşmeci arkadaşlarımızla girdiğim diyaloglarda oldukça zorlandığımı hissetmiştim. Her zaman söylediğim bir şeydir, gerçekten de “insan” çok değişik/değişken bir varlık… Karşılaştığım zorlukları, aşamadığım durumları -altını çizerek söylemeliyim ki- Meryem Hocamın ustalığından -ustalık çıkararak- aştığımı ifade etmem gerekiyor. Meryem Hocam özellikle de söz konusu saha olduğunda hangi durumlarda nasıl bir duruş sergileneceği, tutum ve davranışlarınızı ne şekilde belirleyeceğiniz noktasında öğrencilerini birer usta olarak yetiştirmekle kalmıyor, onlara tarif edilemeyecek zenginliklerin de kapılarını aralıyordu, hem de hiçbir ikircikliğe mahal vermeksizin. Bu projeyi hayata geçirirken çalışma içerisinde kendimi bir antropolog gibi hissetmemi bana sağlayan Meryem Hocamdan başkası değildi. Saha çalışması bana çok şey kazandırmakla kalmamış değişken bir varlık olan “insan” kavramı üzerine çok daha derinlemesine düşünme yetisini ortaya koymamı sağlamıştı.
Söz konusu “Meryem Hoca” olunca insan nasıl bir betimlemede bulunacağını pek kestiremiyor, çünkü yapılacak betimlemeler kendileri için yetersiz kalabiliyor. Buna karşın kirli bir dünyada açan krizantem olduklarını da saklamanın hiçbir anlamı yok. Richard Sennett’ın işaret ettiği “Zanaatkâr” olduklarını da belirtmekte elbette ki fayda var. Ben ise “Zanaatkâr”ın yanında kalmaya devam ederken serinlemeye ihtiyaç duyduğum her an erdemlilik ağaçlarının gölgesinde ferahlık bulmaya devam edeceğim. Dün olduğu gibi, bugün ve yarın da!
*Bu yazımı benim için çok kıymetli olan büyüklerim Fatma ve Ali İhsan Bulut çiftine ithâf ediyorum.