Prof. Dr. Müge Ersoy Kart tarafından kaleme alınan “Örgütsel Sinizm, Bağlamsal Performans ve Etik İdeoloji” isimli eser Nobel Akademik Yayıncılık Eğitim Danışmanlık Tic. Ltd. Şti. tarafından 2015 yılında Ankara’da (2. Baskı) yayımlanmıştır.
Tamamı 167 sayfadan oluşan çalışma Ön Söz, Giriş, Son Söz ve Kaynakça kısımları ayrı olmak üzere altı ana bölümden oluşmaktadır. Yazar kitabın oluşumuna temel teşkil eden düşünceyi şu cümleleriyle betimlemektedir; “Yirmi yılı aşkın süredir Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümündeki lisans ve lisansüstü derslerimde öğrencilerimle iş gücü piyasasındaki dinamikleri inceledik, tartıştık ve politika önerileri geliştirmeyi denedik. Bu kitap, anılan birikimi güncel ve önemli bazı çalışma psikolojisi kavramları bağlamında yazılı hâle dönüştürme niyetinin bir ürünü olarak ortaya çıktı. Özellikle örgütsel davranış alanındaki Türkçe alan yazının zenginleşmesine katkı sağlayabilirse, çalışmamız temel amaçlarından birine erişmiş olacaktır (s. VII).” Kitabın arka planını ise endüstri ötesi toplumda çalışma ilişkilerinin nesnel ve akılcı bir biçimde kavranmadığı müddetçe küresel çağın getirdikleriyle yüzleşmenin ve bunları yapıcı unsurlar hâline getirmenin mümkün olmayacağı düşüncesinin oluşturduğu görülmektedir. Ayrıca, değişen dünyanın küresel iş gücü piyasasında örgütsel sinizme gebe unsurların bağlamsal performans açısından değerlendirilmesinin de yine bu çalışma ile hedeflenmiş olduğu yazar tarafından ifade edilmektedir. Bu bağlamda, kitabın ilk bölümünde endüstri ötesi toplumlarda çalışma yaşamı dinamikleri ve ardından gelen ikinci bölümde bağlamsal performans kavramı tartışılmaktadır. Üretim karşıtı çalışma davranışlarının incelendiği üçüncü bölümü ise örgütsel sinizm olgusunun tartışıldığı dördüncü bölüm takip etmektedir. Etik ideoloji tartışmalarının yer aldığı beşinci bölümün ardından ise örgütsel sinizm, bağlamsal performans, üretim karşıtı çalışma davranışları ile yine etik ideoloji arasındaki ilişkilerin varlığına işaret eden araştırma bulgularının son bölümü teşkil ettiği görülmektedir. Bu çalışmanın amacına ulaşmasında bir araç rolü üstlendiği düşünülen “görünür” mesajların ise “Son Söz” olarak yapıtı tamamladığı düşünülmektedir.
Modern ötesi toplumlarda çalışma yaşamının betimlendiği birinci bölümde dikkat çeken ilk durum endüstrileşmeyle birlikte iş yapma biçimlerinde meydana gelen değişimlerin insanın “mekanik” bir varlık olarak algılanmasına yol açtığı düşüncesidir. Bu bağlamda, çalışanların insani pek çok özelliğinin görmezden gelinmesinin ciddi bir üretkenlik krizini beraberinde getirdiği gerçeği açıkça belirtilmektedir. Böylesi bir dönemde çalışanların güvenceli ve sendikal örgütlenmelerin işlevsel olduğu örgütlere duydukları ihtiyacın aşikâr olduğu anlaşılmakla beraber endüstrileşme döneminin başatlığını elinden alan yenidünya düzeninin karşımıza “bilgi toplumu” olarak çıkıyor oluşunun anlamlı bir hatırlatılması yapılmaktadır. Burada, değişen çağ koşullarında hiçbir değere bağlı kalmaksızın ulaşılmak istenilen mutluluğun mümkün olmayacağı eleştirisiyle birlikte böylesi sinik bir yaklaşımın çalışanların kurumdan şüphe edici ve yöneticilere karşı oluşturacağı güvensizlik duygusunun eş zamanlı olarak çağdaş iş örgütlerinde üreteceği çok daha “kavgacı” bir iklimin hâkim konuma gelebileceği (Burke, 2010) vurgusu önemlidir. Kitabın giriş bölümünde de değinildiği üzere günümüz bilgi yoğun örgütlerinin bürokratik ve mekanik yapıdan uzaklaşarak esneklik, katılımcılık, kalite yönetimi ve benzeri unsurlar içeren yeni örgüt ve yönetim modellerine doğru bir değişim sürecinin yaşandığı ifade edilmektedir. Bu bağlamda, yeni yönetsel yaklaşımlar ele alınmaktadır. Bu yaklaşımlardan “İnsan Kaynakları Yönetimi” başlığı altında yer verilen liyakat, eşitlik, güvence ve yansızlık ilkelerinin günümüz iş örgütlerindeki performans değerlendirmelerinde “etik” ve “adalet” algıları bakımından izlenimlerimiz doğrultusunda günümüz farklı iş örgütlerinde maalesef anlamsız kaldıkları görülmektedir. Ayrıca kariyer, açıklık ve gizlilik ile halef yetiştirme ve yönetim geliştirme ilkelerinin ise “muallak” görünümlerini hâlâ sürdürdükleri düşünülmektedir.
Başlangıcını performans kavramının oluşturduğu ikinci bölümde görev performansı ve ardından bağlamsal performans kavramlarının ayrıntılı olarak tartışıldığını izlemekteyiz. Bölümün ilk dikkat çeken vurgusu şüphesiz ki günümüz iş gücü piyasasını oluşturan ana unsur olarak iş örgütlerinde iş kadar “insan” kavramının da artık odak noktada yer aldığı gerçeğidir. Bu perspektiften bir değerlendirme yapıldığında iş ortamının psikolojik, sosyal ve örgütsel yönlerini etkilemede bağlamsal performans kavramının son derece önemli olduğu gerçeği ile okuyucu karşı karşıya bırakılmaktadır. Burada vurgulanması gereken diğer bir önemli mesele ise bağlamsal performansın görev performansı için “örtük” bir belirleyici olduğu gerçeğidir. Yazarın ifadesiyle, bağlamsal performans bir şemsiye terim olarak düşünüldüğünde karşımıza çıkan kavramlardan birisi de örgütsel vatandaşlık davranışıdır. Bilindiği üzere örgütsel vatandaşlık davranışı çalışma psikolojisinin önemli kavramlarından birisidir. Burada kavramla ilgili en önemli ayrımın bu davranışların tamamen gönüllülük esasına dayalı olması ve biçimsel ödül sistemi kapsamında yer almadan sergileniyor olmasıdır. Bağlamsal performansı etkileyen faktörlerin incelenmesi esnasında karşımıza çıkan diğer bir önemli kavram ise “Kişilik” kavramıdır. Yine bilindiği üzere kişilik değişkenleri bağlamsal performansın yordanmasında anlamlı bir rol üstlenmektedir (Motowidlo ve Van Scotter, 1994; Borman ve Motowidlo, 1993). Bu anlamda, kişilik özellikleri açısından “Büyük Beş Kişilik Modeli” (OCEAN) üzerinde durması oldukça manidardır. Kitabın ilk bölümünden itibaren “insan” kelimesinin üzerine yapılan vurgu hatırlanacak olursa burada kişilik özelliklerinin performans kavramıyla olan örüntülerinin tartışılması son derece kritiktir. Görev, uyum ve bağlamsal performans türleri ile başarı, katılma ve statü güdülerinin bireyin duygusal denge, öz disiplin, dışa dönüklük ve uzlaşılabilirlik gibi kişilik özellikleriyle yakından ilişkisi olduğu görülmektedir. Ayrıca; öz yeterlilik, politik beceriler ve özerklik gibi faktörlerle birlikte özellikle söz konusu hizmet sektörü olduğunda “Kendini Ayarlama” (Self-Monitoring) kavramı ise üzerinde düşünülmesi önerilen bir unsurdur.
Üçüncü bölümde alan yazında “sapkın davranışlar” olarak da (Robinson ve Bennett, 2005) tanımlanmakta olan üretim karşıtı çalışma davranışları tartışılmaktadır. Yazarın ifade ettiği üzere örgüte ve çalışanlara karşı zarar verme niyetiyle sergilen bu tür davranışların 21. yüzyılın belki de en önemli örgütsel davranış sorunsalı olmaya aday olduğu vurgusu kavramın ne denli önemli sonuçlar doğurabileceği düşüncesinin değerlendirilmesi açısından önemli bir perspektif oluşturur. Kavramla ilgili olarak sırasıyla çalışanların örgüt içi tutum ve davranışlar bakımından tasnif edildiği Reigle’ın (2010) “Elma Tipolojisi” ve ardından Robinson ve Bennett’in (1995) “Üretim Karşıtı Çalışma Davranışları Sınıflandırmasına” yer verilir. Bilgi çağının gelişiyle beraber çalışanların örgüte karşı duyduğu öfkenin tarihsel süreçte değişmemiş olsa da gösterim biçimlerinde kimi değişiklikler olduğu ifade edilirken bu davranışlar yüzyıla özgü olarak mülkiyete ve üretime yönelik iki ana alt başlıkla tartışılmaya devam edilmektedir. Burada üretime aykırı çalışma davranışlarının öncülleri niteliğindeki örgütsel, sosyal ve çevresel faktörlerin incelenmesinde karşımıza çıkan iki unsur dikkat çekicidir; bunlarda ilki yine “kişilik özellikleri” ve ikincisi ise örgüt içerisinde oluşan “adaletsizlik” algısıdır. Yine, psikolojik sözleşme ihlallerinin gerçekleşirken oluşturduğu ikilemler ve bu ikilemleri aşmaya yönelik olarak önerilen politikaların değerlendirilmesi önemlidir. “Günümüz iş örgütlerinde üretime aykırı çalışma davranışları yerini sinik tutumlara mı bırakmaktadır?” tarzındaki bir soru zihinleri meşgul ederken okuyucuyu dördüncü bölümün ana tartışma konusu olarak “Örgütsel Sinizm” kavramı karşılamaktadır.
Bu bölümde temeli antik Yunan’a dayanmakta olan “Sinizm” kavramının çalışanlar için örgütsel unsurlardan kaynaklanan özgün bir sinizm türü olduğuna işaret edilmektedir (Kabataş, 2010). Bu bağlamda, “Örgütsel Sinizm” kavramının okuyucu tarafında görünür olması bakımından Tablo 4.1’deki (s. 79, 80) iki tanıma yeri verilerek yazıya devam edilecektir. Şöyle ki; Örgütsel Sinizm Goldner, Ritti ve Ference’a (1997) göre “Sinik bilgi, örgütsel eylemler, kararlar ve yöntemlerdeki özgecilik davranışındaki iyiliğinin ya da samimiyetinin reddedilmesidir.” Cole, Bruch ve Vogel’e (2006) göre ise “Sinizm, işveren örgütün değerlerinin, eylemlerinin ve güdülerinin eleştirel bir takdirinden kaynaklanan tutumdur.” Kavramı tartışırken, yazarın da öğrenilen bir tutum (s.77) olarak betimlediği sinizm kavramı için hem sorumuza bir cevap olması hem de günümüz iş örgütleri için ne kadar önemli bir örgütsel davranış sorunsalıyla karşı karşıya olduğumuzu değerlendirme açısından şu cümleyi vurgulamak son derece önemlidir; “…makine kırıcılığı gibi aşırı uçlardaki üretim karşıtı davranışlar yerini örtük ve savunmacı görünümlü alaycı ve deyim yerindeyse zekice reaksiyonlara çoktan bırakmış durumdadır (s. 77).” Böylesi bir zeminde üzerinde düşünülmesi şiddetle önerilen bir politika olarak ise “…ironiyi ustaca kullanan siniklerin olası katkıları, düşünmeye değer olsa gerekir (s.76).” Ülkemizde 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren artış göstermeye başlayan sinizmin kişilik, kurumsal/sosyal, meslek, çalışan ve örgütsel değişim olarak beş farklı türde karşımıza çıktığı görülmektedir. Beklenti, sosyal güdülenme, tutum ve sosyal mübadele kuramlarıyla tartışılmaya devam edilen kavramın öncülleri ve sonuçlarıyla ilgili bulgulara da bu bölümde yer verilmektedir. Öncüller bakımından Şekil 4.2, Tablo 4.2 (s. 89) ve Tablo 4.3’ün (s. 90) incelenmesi gereklidir. Görüleceği üzere burada da “kişilik özellikleri” ve örgütsel “adaletsizlik” algısıyla karşı karşıya kalınmaktadır. Ayrıca, bireysel duygu durumlarının da (pozitif ve negatif duygusallık olmak üzere) bu bağlamda önemli bir yordayıcı rol üstlendiğini ve örgüt içinde oluşması muhtemel grup normlarının psikolojik sözleşme ihlali ile birlikte çalışanlarda sinik tutumlara yol açacağı beklentisinin oluştuğu (s. 91) anlaşılmaktadır. Örgütsel öncüllerin bireysel öncüllere kıyasla örgütsel sinizm üzerinde yaratacağı etkinin şiddetli olabileceği hatırlatmasını da önemle vurgulamak gerekecektir. Burada, sinizm ile güven arasındaki hassas dengenin kurulabilme ihtimalinin zor olabileceğini ifade eden yazarın bir panzehir olarak ele almakta olduğu “Örgütsel Güven” kavramının incelenmesi önerilmektedir.
Etik ve ahlâk terimleri arasındaki kavramsal farklılıkların hatırlatılarak doğru ve iyi olanın ne olacağı sorularıyla birlikte etik ideoloji kavramının tartışıldığı beşinci bölümde Forsyth’nin (1980) “Etik İdeoloji Modeli” üzerinde durulmaktadır. İdealizm ve Görececilik boyutları altında irdelenen modelde durumsalcılık, mutlakçılık, öznelcilik ve istisnacılık kavramlarına ayrıntılı olarak yer verilmektedir. Çalışma yaşamı, etik ideoloji ve iş etiği kavramları arasındaki ilişkilerin tartışıldığı alt bölümler bizleri kuşaklar sınıflamasına taşır. Çünkü “her kuşağın kendine özgü özellikleri, değer yargıları, tutumları, güçlü ve zayıf yönleri bulunmaktadır (Çakmak, 2013). Dikkat edilecek olursa, “özellikle Y Kuşağı mensupları için psikolojik sözleşme ihlali algısı o denli yaygındır ki etik dışı sayılan bazı eylemlerde bulunmadan iş gücü piyasasında tutunmanın imkânsızlaştığı düşüncesine kolayca kapılmaktadırlar (s. 108).” Yine, “Y” kuşağı mensuplarının etik yönelim ve sahip oldukları ideolojileri yansıtan çalışma davranışlarındaki olası farklılıkların onları işlevselliğin sağlıklı olduğu örgütsel vatandaşlık davranışları yerine kolaylıkla üretim karşıtı çalışma davranışlarına sevk edebileceği görülmektedir. Bununla beraber bu tür bir algının örgüt yerine işe bağlı ve esasen “ben” merkezli aktörlerin sahne almalarını kolaylaştıracağı uyarısına karşın dikkatli olmak gerekecektir. O hâlde yazarın şu cümlesini vurgulamak anlamlı olacaktır; “Bağlamsal performansın ve uyum performansının neredeyse görev performansı kadar etkili olduğu yeni iş gücü piyasası dinamikleri, ahlaki çöküntülerden arınmış ve ilkeli paydaşlara gereksinimi şiddetlendirmektedir (s. 109).”
Kitabın son bölümünü gerçekleştirilen alan araştırması ve bu araştırmaların sonuçları oluşturmaktadır. Yazar tarafından alan araştırmasına örgütsel sinizm ve etik ideoloji düzeylerinin üretim karşıtı çalışma davranışlarını yordama gücünü belirleme düşüncesinin temel teşkil ettiği ifade edilmektedir. Yine, sektör ve cinsiyet bakımından oluşturulmuş gruplar arasında ölçeklerden elde edilen puanlar bağlamında fark eğilimini belirlemenin de bu araştırmanın bir diğer amacı olduğu görülmektedir. Toplamda 280 örgüt üyesi ile gerçekleştirilen alan araştırmasında çalışanların faaliyet gösterdikleri sektör, yaş grubu, cinsiyet, eğitim durumu (alan bilgileri dâhil olmak üzere), medeni hâl ve herhangi bir sendikaya üye olup olmamaları üzere tasnif edilmişlerdir. Araştırmada demografik bilgilerden oluşan kişisel bilgi formlarıyla birlikte Üretim Karşıtı İş Davranışları Ölçeği (Spector, Fox, Penney, Bruurmsema, Goh ve Kessler, 2066), Örgütsel Sinizm Ölçeği (Brandes, Dharwadkar ve Dean, 1999) ve Etik Durum Ölçeği (Forsyth, 1980) uygulanmıştır. Araştırmaya katılanların %53,4’ünü kadın katılımcıların, %46,4’ünü erkek katılımcıların oluşturduğu ve bu katılımcıların %3,9’unun Bebek Patlaması Kuşağını, %51,4’ünün X Kuşağını, %44,6’sının ise Y Kuşağını temsil ettiği, evli olanların ise bekâr olanlara oranı %55 olarak açıklanmıştır. Burada, vurgulanmasının önemli olduğu düşünülen bazı sonuçlara yer verilerek araştırmaya ilişkin tüm bulgu ve sonuçların detaylı olarak okuyucu tarafından değerlendirilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.
Araştırma sonuçlara bakıldığında, Etik bakımından medeni durumu evli olan çalışanların bekâr olan çalışanlara kıyasla görececi etik ideolojik bir bakış açısına sahip olduğu görülmektedir. Cinsiyet temelli olarak erkeklerin kadınlara oranla üretim karşıtı davranışlara yönelmede daha kontrolsüz, bu davranışların sergilenmesinde özel sektör ya da kamu sektörü anlamında herhangi bir farkın oluşmadığı, yine bu tür davranışların sergilenmesiyle birlikte örgütsel sinizm boyutunda da benzer şekilde kuşak bakımından herhangi bir fark oluşturmadığı anlaşılmaktadır. Örgütsel sinizm düzeyinin tüm katılımcıların %46,79’unda yüksek olduğu görülmektedir (Şekil 6.2, s.128). Ayrıca, eğitim durumu bakımından lisansüstü eğitimini (YL/Dr) tamamlayan çalışanların lisans mezunu çalışanlara kıyasla duygusal ve bilişsel sinizm tutumuna daha güçlü sahip olduklarıyla birlikte geri çekilme davranışlarının çok daha düşük olduğu görülmektedir. Bu sonuçlara göre bir değerlendirme yapacak olursak, burada dikkat edilmesi gereken iki durum söz konusudur. Birincisi, lisansüstü eğitimini tamamlayan çalışanların sinizm kavramına karşın daha yetkin bir eleştirel düşünce yetisi ile yaklaşarak görece içselleştirerek değerlendirebilme olasılığıdır. İkincisi ise ki, bunun belki de en önemli bulgu olabileceği düşünülebilir; Çalışanların rakamsal boyutta neredeyse yarısına tekabül edebilecek bir oranın sinik tutumlar sergilemeye yatkın durdukları gerçeğidir.
Sonuç olarak; kitabın zihinlerde bıraktığı izleri ifade etmenin öncesinde bu izlerin oluşumunda etkin rol oynadığı düşünülen bazı unsurlardan bahsetmenin önemli olduğu düşünülmektedir. Bu bağlamda; ilk olarak, “Örgütsel Sinizm” kavramının görünürlüğündeki keskin netliğin arka planını oluşturan, yazarın da ifade ettiği gibi inceleme, tartışma ve politika önerilerinin yirmi yılı aşkın bir birikimle ortaya konulmuş olması gerçeğidir. Diğer önemli bir unsur olarak ise yapıtın oluşumunda ortaya konulan yazım dilinin ustalığına atıfta bulunmak gerekliliğidir. Şöyle ki, bu kitap için zihinlerde oluşan ana düşüncelerden birisi hiç şüphe yok ki tartışmakta olduğu ana düşünceyi “anlatmaktan” öte “izah” edici bir betimlemeye sahip oluşudur. Özellikle, görece akademik yayınlarda yürütülen herhangi bir tartışmanın akışkanlığını ortaya koymak okuyucu açısından son derece önemlidir. Bu anlamda, kitabın sahip olduğu yazım dilini takdir ile karşılamak ana temaya “izah edici bir dil” olması açısından hak edilmiş bir nezaketin teslimini de gerektirmektedir. Bireylerin hayata dair beklenti ve hedefleri tartışmasız olarak birbirinden farklılıklar göstermektedir. “İnsan” için böyle bir durum da doğası gereği itiraza konu olmayacak kadar açık bir durumdur. Bahse konu bu farklılıklar aynı zamanda kuşaklar içinde geçerlidir. Yazarın da yapıtında ifade ettiği üzere her bir kuşağın bir önceki kuşağa nazaran her konuda olduğu gibi çalışma yaşamına dair beklenti ve hedefleri de hep farklılık arz etmiştir ve etmeye de devam edecektir. Günümüz bilgi çağında sıkça duymaya başladığımız bir kuşak olarak artık bir “Z” kuşağı toplumsal hayatımızda yer edinmeye başlamış ve demografik bir bilgi haline gelmiştir. Dolayısıyla, “Y” kuşağının çalışma yaşamından beklentileri “Z” kuşağı ile birlikte çok daha farklı bir hâle bürünmüştür.
Toplum kavramının tartışılır, birey kavramın ise daha popüler bir kavram hâline gelmesiyle birlikte düşünülen şudur ki sinik tutum ve davranışlar iş örgütleri açısından çözüm bekleyen en önemli sorunsalların başında gelmektedir. Yapıtın bu anlamda sadece inceleme ve tartışma alanları açısından değerlendirilmesinin ötesinde çalışma yaşamı pratiklerinin yeniden gözden geçirilmesi açısından ortaya koyduğu politikaların kurumsal anlamda birer kalıp çözümler haline dönüştürülmesi son derece önemlidir. Küreselleşmiş dünyanın bir parçası olarak ülkemizde de insan ve insan toplulukları yaşamsal süreçleri açısından hangi alanda olursa olsun karşılaştıkları problem ve çatışmalarda “insancıl” tutum ve davranışlara haiz çözümler için mücadele etmektedirler. Bu anlamda, çalışanlar açısından iş örgütlerinde karşı karşıya kaldıkları sorunsalların “insancıl” çözümlere kavuşturulması gerekliliği de görünür bir gerçektir. Şayet; tek bir iyi düşüncenin tüm dünyayı değiştirebileceğine dair bir inancın varlığından söz etmek mümkün ise, bu çalışma böyle bir düşüncenin gerçekleşebileceğinin “somut kanıtlarından birisidir.”
[!] Her hakkı saklıdır. Kaynak göstermek koşulu ile alıntı yapılabilir.
[*] Şengün, M., Öğrenci (Lisansüstü). Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İnsan İlişkileri ABD.